27 Kasım 2022 Pazar

 

Amasya Valiliğinden Kudüs Fatihliğine

HÜSAMEDDİN BERKE HAN*

“Berke Han” ismi zihnimde iki parçanın birleşmesi ile oluşmaya başladı. Son zamanlarda Kudüs’e artan ilgim sonucu elime geçen TİKA’nın Filistin Rehberini okurken Berke Han Türbesi ile karşılaştım. Uzunca bir zaman sonra H. Hüsamettin Yasar’ın Amasya Tarihi kitabını şerh ederken 2. Cildinde kronolojik sıra ile Amasya’da Valilik yapan kişilerden bahsederken 1234-1239 yıllarında Seyfeddin Berke Han isminin geçtiğini gördüm. Ve iki ismin aynı olduğunu öğrendiğimde benim için yeni bir araştırma konusu doğmuş oldu. Kimdi bu Berke Han? Harezm bölgesinden gelir gelmez Amasya Valiliği yapması ve buradan Kudüs’e uzanan yolculuğu nasıl geçmişti, neler yaşamıştı?

Celalettin Harzemşah

Celaleddin Harzemşah

 

Celalettin Harzemşah

 
Bunu anlamak için o dönemin tarihine bakmamız gerekiyor. Cengiz Han, Harzemşah devletine saldırıp devletin doğu tarafını kısa bir sürede ele geçirip buradaki milyonlarca Türkü ya öldürmüş yada yerinden etmişti. Tahribat o kadar büyüktü ki bir Moğol tarihçi “Dünyanın sonuna kadar bu bölgede bir daha savaş olmasa dahi bu yerler eski büyüklüğüne ulaşamaz” demişti. Bu büyük yıkımdan kaçan Harzemşahlar İran’ın batısında Celalettin Harzemşah önderliğinde yeni bir savunma hattı oluşturmuşlardı. Aynı dönemde Anadolu Selçuklu Devleti, 1236 yılı Alaaddin Keykubad dönemi sonunda en geniş sınırlarına ulaşmış ve her açıdan en güçlü olduğu döneminde idi. Bölgenin diğer büyük devleti Eyyubiler ise Melikleri arasında taht kavgaları yüzünden karmaşa içinde idi. Nitekim bu karmaşa sonucunda Eyyubiler 1229 yılında Kudüs’ü dahi haçlılara telim etmişlerdi.  Celaleddin Harzemşah’ın yanlış siyaseti sonucu bölge devletleri birbirleri ile savaşmış ve Yassıçemen savaşı sonucunda Harzemşah devleti yıkılmıştır. Savaşta dağılan Harzemşah ordusundaki (Kaynaklar bu sayıyı yaklaşık 25.000 asker olarak belirtmektedirler) komutanlarla Alaaddin Keykubad özel olarak ilgilenmiş ve önemli komutanlarından Kayır Hanı Erzincana, Berke Hanı Amasya’ya yerleştirmiştir. Böylece hem taze bir kuvvete sahip olmuş hem bu kişilerin Moğollar karşısında bilgi ve tecrübe birikiminden faydalanmak hemde Amasya çevresinde gitgide nüfusu artan Baba İlyas Horasani’yi (**)kontrol altında tutmak istemiştir. (1) (3)

Berke Han’ın Amasya Valiliği (1234-1239)

Yassıçemen savaşından sonra Alaaddin Keykubat’ın, Diyarbakır kuşatmasına Harzemşahları da çağırması merkeziyetçi bir idareye eğimli Türkiye Selçukluları için özel bir durumun oluştuğunu göstermektedir.(8) Keykubad’ın Harezmlilieri önemli mevkilere getirerek bir ıslah hareketine başladığı sezilmekte ve hatta ölümünün bile bu teşebbüsü ile alakalı olduğuna dair bazı alametler zikredilmektedir.(9)Hüseyin Hüsamettin Amasya Tarihi kitabında yeni Amasya Valisi Berke Hanı “sebatlı, güçlü, tedbiri elden bırakmayan ve cesur bir zat olduğundan saltanat ve memleket aleyhinde olan ufak bir hareketi dahi şiddetle cezalandırıyor ve Baba İlyas hareketini kontrol altında tutuyordu. Baba İlyas’ı kullanarak fitne çıkartmak isteyen Baba İshak, bu zamanda hayal ettiği örgütlenmeyi ve gizli planlarını icra edemeyeceğinden Berke Han’ın azli için uğraşıyor fakat Sultan Alaaddin Keykubad’ın Emir Berke Han’a itimadının pek kuvvetli olduğunu anladığından Sultanı bir cinayetle ortadan kaldırmak için Saadettin Köpekle birlikte çalışıyordu”diye anlatmıştır.(3) Gerçektende Alaaddin Keykubat ve Berke Han iş başında oldukları müddetçe Baba İshak amaçlarına ulaşamamıştır. Selçuklular altyapısı sağlam iç barışını sağlamış güçlü bir devlet görünümünde iken, Keykubad kendisinden sonraki halefi belirlemiş,  yaklaşan Moğol saldırısı için gerekli hazırlıkları yapmış iken birden tüm planlar bozulmuştur. Sultan’ın
Kayseride bir av partisinde zehirlemesi sonucunda (31 Mayıs 1237) Saadettin Köpek’in başını çektiği Selçuklu umerası sultanın vasiyetinin aksine Gıyaseddin Keyhüsrev’i tahta çıkarıp buna karşı çıkanları şiddetle cezalandırmışlardır. Babasının tam da öngördüğü gibi

*Kaynaklarda “Bereke Han” ve “Bereket Han” olarak da bahsedilmekle birlikte genelde Berke Han denmektedir. Asıl ismi Hüsameddin Berke Han b.Devlet Han el-Harezmi el-Yemki’dir. Kimeklerin Yimek boyuna mensuptur.(
1)

**I. Alâeddin Keykubad zamanında Amasya yakınlarındaki Çat (bugünkü İlyas) köyüne yerleşerek burada kurduğu zaviyesinde yaşamaya başlayan Baba İlyas, bir Vefâî şeyhi olarak civarda yaşayan Türkmenler arasında, daha çok eski Türk inançlarının İslâmiyet’le yorumlanmış bir şeklini tasavvufî hüviyetle tâlim etmekteydi.  Baba İlyas’ın müritlerinden Baba İshak (Rum İshak) bu hareketin perde arkasını idare ederek  Berke Han bölgeden ayrılır ayrılmaz büyük bir ayaklanma çıkarmış, Selçuklular bu ayaklanmayı çok zor bastırmışlardır.(3) Tarihte Babai ayaklanması diye geçen bu ayaklanma daha sonraki Türkmen ayaklanmalarına da ismini vermiştir. (TDV)

 yeteneksiz, zevk ve eğlenceye düşkün, öngörüsü zayıf Sultanın ilk yıllarında Atabey Saadettin Köpek  hızlıca ipleri eline geçirdi. Yeni sultanın Harzemlilerin önceki muhalif hareketlerine duyduğu kızgınlık geçmeden Amasya’da Baba İshak da durmuyor, perde arkasından devamlı gizli oyunlar yaparak Berke Han’ın azli için Konya’ya şikayetler yağdırıyor, Harezmlilerin mezaliminden bahsederek halkı kışkırtıyordu(3)  Saadettin Köpek’in de kışkırtmaları ile sultan  Sivas emiri Kayır Hanı azlettikten sonra  Ziyere köyündeki Semendu*** kalesine sürgün etmekle Berke Han’a gözdağı veriyordu. Baba İshak bir yandan halka  mağarada inziva hayatı yaşayan, dünyanın zevklerinden eteğini çekmiş kendine Hasan Sabbah gibi bir Allah dostu görünümü verirken diğer taraftan da teşebbüsatına mani gördüğü Berke Han ve Harezmlilerin Konyaya saldıracağını yazarak, Köpek vasıtasıyla Gıyaseddin Keyhüsrev’i ikna etmeye çalışıyordu. (3) Nihayet buna muvaffak olmuş ve Haziran 1239 da Berke Han görevden alınmıştır.(4)Bu aynı zamanda Berke Han’ın 5 yıla yakın süren Amasya Valiliğinin de sonu demekti. Berke Han kısa bir süre önce ölen Kayır Han’ın ardından başına geçtiği Harzemşah ordusu ile birlikte Selçuklu topraklarını talan ederek,  Eyyubilerin Cezire bölgesine geçmiştir.

Berke Han sonrası Amasya ve Anadolu

Berke Han’ın Amasya ve çevresini terkinden sonra yeterli boşluğu bulan Baba İshak, hızlıca ayaklanıp bölgeyi ele geçirmiştir. H.Hüsameddin Yasar ve İbn-i Bibiye göre aslen Rum kökenli olan (****) Baba İshak isyanı aldığı destek, kurduğu ordu, Harzemşahlar sonrası bölgede boşluk üstüne birde Sultanın liyakatsizliği ve Saadettin Köpek’in hainliği eklenince ayaklanmanın bastırılma süreci çok uzadı. Bu sürede devlet çok zarar gördü, düzen bozuldu ve itibarı sarsıldı. Ülke dışına Selçuklu Devletinin kolay lokma olabileceği imajı verildi. Nitekim Alaadin Keykubat’ın ölümünden 7 yıl sonra, Selçuklular savaş meydanına çıkamadan koskoca devleti Moğollara hediye etmişlerdir. 1243 Kösedağ savaşından 1308'e kadar bitkisel hayatta devam eden devlet bu tarihte fiilen son bulmuştur. Eyyubi-Memluklüler, Altınordu ve Anadolu Selçuklu gibi 3 güçlü devletin sınırlarına dayanan İhanlılar bu 3 müslüman devletin birbirleri ile ittifakı sonucu çok kolay durdurulabilecekken en güçlü halka olması gereken Anadolu Selçuklu devletinin kopması sonucunda güçlerini Anadolu’nun içlerinde kadar sokabilmişlerdir. Ve ne yazık ki bu çözülmenin başlangıcı Keykubadın ölümü, ehil olmayan bir sultan ve Emir Berke Han’ın Amasya Valiliğinden alınması süreci ile başlamıştır.  H.H.Yasarın belirttiği üzere Selçûkîler'in en ziyâde muhtâc‑ı kuvvet olduğu bir sırada Harezmîler'in memleket‑i Selçûkiyye'den ihrâc edilmesi hükûmet‑i Selçûkiyye'yi mahva kadar sürüklemişdir.” (3)

Berke Han ve Harzemşahların Eyyubilere sığınması

Amasya ve çevresini hızla terk eden 20-25 bin civarındaki Harzemliler Harput üzerinden Eyyubilerin Cezire bölgesine geçtiler. 1239-46 yılları arasında  Eyyubi melikleri arasındaki mücadelelerde Harezmliler çok etkili olmuştur.(15) Yaklaşık 15-20 yıldır göçebe yaşayan, dünyanın en müreffeh en zengin şehirlerinde ihtişamlı bir yaşam sürerken buradan kovulan Harzemlilier, Anadoludan da kovulmaları ile bir türlü istikrarı sağlayamamış, yabancısı oldukları bir coğrafyada etraflarındaki bütün komşuları ile devamlı savaşmak durumunda kalmışlardır. Ayrıca yağmacı karakterleri bölgedeki siyasi olaylarda sürekli taraf olmaları ve kullanılmalarına sebep olacaktır. Harezmlileri (8) Cezire bölgesinin hakimi Eyyubi Sultanı’nın oğlu Melik el-Salih Harran bölgesine yerleştirdi. Berke Han Melik-el Salih’in kızkardeşi ile evlenerek Eyyubilerle

***Hüseyin Hüsameddin  ve B.M el-Ayni (2) Ziyere Semendu kalesi derken bir çok tarihçi bu kaleyi Kayseri Zamantu kalesi olarak göstermektedir.

****Bir çok tarihçiye göre Baba İshak Rum kökenli olup Baba İlyas’ın tekkesine sızmıştır. Bizans ve Trabzon Rum İmparatorluğundan aldığı destek ile bölgede bir Rum devleti oluşturmak istiyordu. (3) (4)

 akrabalık kurmuştur. (10) Berke Han Melik el-Salih ile ilk başlarda arası açıldı ise daha sonra kurdukları müttefiklik iki tarafın birbirleri ile savaştığı son savaşa kadar sürmüştür. Harezmliler yeni geldikleri bu bölgede 4 yıl boyunca üst üste yenilgiler almalarına rağmen tutunmayı başarmışlardır. Talihleri eskiden bağlı oldukları Berke Han’ın eşinin abisi Melik el-Salih’in 1243 yılında Eyyubi tahtına oturması ile değişti. Mısırı ve El-Cezirenin ufak bir kısmını elinde tutan Salih Harezmlilerin desteği ile kendisine itaat etmeyen Suriye bölgesini kontrolü altına almaya çalışıyordu. Şam Emiri bu ittifaktan rahatsız olup karşı ittifak kurmak için Haçlılara başvurdu. Akka haçlılarına yardımlarına karşılık Kudüs, Trablus ve Askalan’ı vermeyi taahhüt etti.(15) Bu ittifak bölge alimlerinin ve Müslümanların büyük tepkisini çekti ve Suriye ittifakını zor durumda bıraktı. 1243 yılında Haçlılara teslim edilen Kudüs’te(*****) Müslümanları çok üzen hadiseler gerçekleşti. O yıl Mısır’a doğru giderken şehre uğrayan İbn Vâsıl gördüklerini şu şekilde anlatır: “Beytü’l-Makdis’e girdim, Kubbetu’s-Sahra’da papazlar ve keşişler gördüm, ayinler için Kubbetu’s-Sahra’ya şarap şişeleri konulmuştu. Ardından Aksâ Camiine girdim, oraya da çanlar asılmıştı. Haremü’ş-Şerîf’te ezana son verilmiş ve burada ikamet etmek de yasaklanmıştı, nihayet artık küfür buraya hâkim olmuştu”(12) Bu gelişmelerle ilgili olarak batılı tarihçilerden Hillenbrand, “Böylece Müslüman dünyası Kubbetü’s-Sahra’nın Frenklerin elinde olmasının getirdiği aşağılanmayı yaşadı. Bu ihanet karşısında Selahaddin’in ve propagandacılarının mezarlarındaki kemikleri sahiden sızlamış olsa gerek” (13) demiştir. Bu durum bölgede toprak hâkimiyetini genişletme hırsıyla hareket eden Eyyûbîler’in, yeri geldiğinde Haçlılarla ittifak kurmaktan ve menfaatleri doğrultusunda beraber hareket etmekten çekinmediklerini göstermektedir.

İşte Kudüs bu durumda iken 1244 yılında Mısır ordusu ile birleşmek için yola çıkan Harzem ordusu genç bir Eyyubi komutanı olan Baybars’ı (Memlüklülerin kurucu sultanı) da yanına alarak Kudüs’ü fethetti. Böylece yıllardır Haçlı işgalinde bulunan Kudüs tekrar Müslümanların eline geçmesi bölgedeki tüm Müslüman halkı sevince boğdu. Berke Han, Hz.Ömer ve Selahattin Eyyubi’den sonra III.Kudüs fatihi olarak tarihe geçti. Fakat bu fetih ilk fetihler gibi olmadı. Harzem ordusu şehirdeki Frankları öldürdü, Kumame Klisesini tahrip ettiler ve Harem-i Şerifi Hıristiyan sembollerden temizlediler. (11)

Kubbetüs Sahra ve Mescid-i Aksa

Kudüs’ün fethinden sonra yola devam eden Harezm-Mısır ordusu ve haçlı kuvvetlerince tahkim edilen Suriye ordusu birbirlerine doğru ilerlerken, dönemin önemli Türk tarihçilerinden İbnü’l Cezvi ızdırabını cümlelere döker ve Suriye ordusunu şöyle tarif eder “…,Suriye ordusu Frenk bayraklarının altına girdi, ve başlarının üzerinde haçlar bulunuyordu, bu esnada papazlar da birlikler arasındaydılar, içmeleri için kendilerine verdikleri ellerindeki şarap kadehleri ve kupalarla Müslümanlar üzerine istavroz çıkarıp onları kutsuyorlardı… Bu şahit olunması gereken öyle bir gündü ki, benzeri ne Nureddin ne de Selahaddin zamanında görülmemişti” (14) Suriye ordusu Berke Han ve Mısır ordusunun birleşmesine fırsat vermeden Gazzede Mısır ordusunun karşısına çıktılar. Berke Han ve Baybars’ın yönettiği ordu Müttefik Suriye ordusunu büyük bir bozguna uğrattı. Zafer sonucunda kısa bir sürede tüm Suriyeyi ve sahil bölgesini ele geçiren Eyyubi Sultanı Salih Şam’a yerleşti. Zaferi nerdeyse tek başına kazanan Berke Han ve Harzemliler kendilerine büyük ikta verileceğini beklerken kendilerine küçük bir alan verilince kuzeye kaçan İttifak güçleri ile birleşip yıllardır müttefikleri olduğu Eyyubi Sultanı Necmeddin Salih’e saldırdılar. 1246 yılında Hıms  yakınında karşı karşıya geldiler. Harzemliler büyük bir yenilgiye uğradı. Komutanları Berke Han öldürüldü. (6) Harezmli esirler, bir kölenin elinde kesik başı görünce Berke Han'In Türbesikendilerine yere atıp üzerlerine toprak serpmişlerdi.(******) Bu hadiseden sonra galip ordu bu kişinin Berke Han olduğunu anlamış ve kesik başı Halepte halka teşhir etmişlerdir. 15 yıldan fazladır İran, Anadolu, Irak ve Suriye’nin bir çok yerinde Berke Han idaresinde oldukça etkili olan Harzemliller bu karizmatik liderin ölümü ile bir daha kendilerine gelememiş ve bakiyeleri artık askeri bir güç ifade edemez duruma gelmişlerdi. Halep’te kesik başı sergilenen Berke Han’ın cesedi Mayıs 1246’da Kudüs’te kendi adına inşa edilen türbeye defn olunmuştur. (15)

*****Dipnot : 1229 yılında Eyyubi Devletinde Mısır hakimi el-Kamil’in kardeşi el-Muazzam’a karşı haçlıların desteğini almak için Kudüsü bir anlaşması sonucunda Şubat 1229’da savaşmadan şartlı bir şekilde tekrar haçlıların eline geçmişti.  1240 yılında haçlıların anlaşmayı bozması üzerine tekrar Eyyubiler eline geçen Kudüs yine 1243 yılında Eyyubi Melikleri arasındaki krize kurban edilerek tekrar Haçlılara teslim edilmiştir


 

Berke Han’ın Bıraktığı İzler

Berke Han'ın Kabir Taşı

*Haçlılara karşı prestij kaynağı olan bu kutlu belde Kudüs, büyük oranda Harzemliler desteği ile alınmıştır. Kudüs’ün geri alınması ve akabinde meydan savaşındaki yenilgi ile Haçlılara  ağır bir darbe vurulmuş ve bu beklenmedik gelişme Avrupa Hıristiyanlarını derin bir yasa boğmuştu. Papanın çağrısı sonucu başlayan 7. Haçlı seferi büyük başarısızlıklara uğramış, nihayetinde haçlıların bölgede askeri gücü ve etkisi bir daha asla eskisi gibi olmamıştır.

*Berke Han, Kudüs’ün fethinden önce tanıştığı Eyyubi komutanı Rükneddin Baybars’a  kızını vererek onunla akrabalık bağı kurmuştur. Nitekim bu evlilikten olan Melik Said Muhammed Berke Han Memlüklülerin 2. Sultanı olmuştur.


*Berke Han’ın Kudüsteki türbesi eskişehirde Mescid-i Aksa’nın Silsile kapısına 100 metre mesafededir. Türbenin haziresinde oğulları Muhammed Bey ve Hüsamettin Kara Bey de yatmaktadır. Kudüs’te Berke Han adına mescit, türbe ve vakfın bulunması Berke Hanın çocuklarının yeni kurulan Memluk devleti içerisinde iyi bir konumda olduklarını göstermektedir.

Berke Han’ın Kabir Taşı

 
*Askeri yönden güçlü olan Harzemliler siyasi yönden zayıf bir konumda idiler. Tıpkı Celalettin Harzemşah gibi. Anadolu’yu yağmalayarak terk eden Harzemlilere Eyyubi topraklarında da şüphe ile bakılmış. Yıllardır vatanlarından uzak olmaları, gördükleri büyük zulüm ve işkenceler, bir türlü kendilerine bir vatan bulamamaları, sürekli yanlış ittifak yaparak kullanılmaları dolayısı ile aidiyet hissetmedikleri bu topraklarda çokça yağma ve zulüm yapmışlardır. Anadolu Selçuklu Devletinin yıkılma sürecinde etkili olan, Kudüs’ü fetheden, büyük Haçlı ordusunu yenen, fetret dönemindeki Eyyubilerin tekrar tek bir idare altında birleşmesini sağlayan,  Eyyubilerin güç kaybedip Memluklülerin güçlenme aşamasında etkin rol oynamışlardır.

* Roma’nın Anadoluyu işgalinde, Osmanlının 2. Kuruluşu ve yükseliş aşamasında, Türk İstiklal mücadelesinin şekillenmesinde önemli roller üstlenmiş Amasya’mızın Anadolu Selçuklu Devletinin yıkılma aşamasında da Baba İlyas-İshak isyanı ve Berke Han vasıtası ile önemli olaylara şahit olduğu ve önemli kişileri barındırdığını anlıyoruz. Her zaman dediğimiz gibi Amasya Tarihini okumak, bilmek Anadolu'yu bilmek demektir.

* Amasya Valisi Hüsamedin Berke Han 1231 den 1246 ya kadar tüm Ortadoğu ve Anadolu coğrafyasında iz bırakmış etkili bir şahıstır. Üstüne daha çok araştırmalar yapılması gereken bu komutanın Amasya’dan Kudüs’e uzanan yolculuğunu araştırıp yazmaya çalıştık. Amasya üstünden tarihimizi okumaya çalışacağımız bir dahaki yazımızda görüşmek üzere, kalın sağlıcakla… 

                                                                                                                        Mehmet Emir GÜLTEKİN

                                                                                                                            20.10.2022 Amasya

******Eski Türk Devletlerinde Büyük devlet adamlarının ölüm haberi alındığında yapılan ağıt ritüeli

 

Kaynakça:


1- Caber Kalesi Önündeki Mezar Süleyman Şah’a mı ait. Hakan Yılmaz

2- İkdul Cüman –Bedrettin Mahmud el-Ayni

3- Amasya Tarihi H.H.YASAR

4- İbn-i Bibi – el-Evamiru’ -Alaiyye

5- Keyhüsrev II. Osman Turan

6- Filistin Rehberi - TİKA

7 – Zehabi , Siyeru A’lamin – Nubela

8-Muammer Gül – Harezmli Türklerin Anadolu ve Yakındoğu’daki Rolleri ve Tesisleri

9-Keyhusrev II – Osman Turan

10 M.F.Köprülü Harzemşahlar

11 İbn Şeddad , el-Alak

12 - İbn Vâsıl , Müferricü’l-kürûb fî aḫbâri Benî Eyyûb

13-  Hillenbrand 2015, 234.

14- İbnül Cezvi- Mir’atu’z -Zaman

15- Celaleddin Harzemşah’tan sonra Anadolu ve Suriyede Harizmliler M.Kılıç

1 Temmuz 2022 Cuma

DÜNYADA YAZILAN İLK TÜRKÇE TIP KİTABI, ANADOLUDA YAZILAN İLK TÜRKÇE KİTAP OLAN TUHFE-İ MÜBARİZİ'NİN YAZARI HEKİM BEREKET

Bu yazım Mart 2022 tarihinde yerel bir dergide (Mençmua) yayınlanan yazım. Bu yazı Amasyada oldukça dikkat çekti. Bu yazı ile Amasyayı Türk-İslam Medeniyetine verdiği katkıya büyük bir halka daha eklendi. İlgilisi tarafından zaten biinen fakat Amasyada kimsenin bilmediği bu kişi ve eserleri ile AMASYA hepimizi bir kez daha şaşırtmayı başardı. Bu yılın sonunda ise Amasya Üniverstesi Hekim Bereket ile ilgili sempozyum yapma kararı aldı. İnşallah bu sempozyum ile Hekim Bereket ve eserleri hakkında daha çok bilgi sahibi olacağız. HAYIRLI OKUMALAR...






 

17 Ocak 2022 Pazartesi

PROF.DR. ŞEVKET AZİZ KANSU’NUN “ANADOLU’DA TÜRK MÜTEFEKKİRLERİNİN COĞRAFÎ YAYILIŞI…” ADLI MAKALESİ ÜZERİNE…



 PROF.DR. ŞEVKET AZİZ KANSU’NUN
“ANADOLU’DA TÜRK MÜTEFEKKİRLERİNİN COĞRAFÎ YAYILIŞI…”
ADLI MAKALESİ ÜZERİNE…

Prof. Dr. Aziz Şevket KANSU
            Amasya’nın diğer Anadolu şehirlerinden en önemli farkı kültürel çeşitliliğidir. 2.500 yıldır hemen hemen her dönemde önemini korumuş bir şehirden bahsediyoruz. Şu an ülkemizdeki tüm kültürel eserleri bir tarafa İstanbul’daki kültürel eserleri bir tarafa koysak İstanbul ağır basar. Lakin İstanbul’da bir Selçuklu, bir İlhanlı ve Beylikler dönemi eserleri yer almamaktadır. Aynı şey Bursa ve Manisa içinde geçerlidir. Selçuklu döneminde oldukça önemli olan bazı şehirler ise Osmanlı döneminde önemini yitirmiştir. Lakin Amasya, Mithridatlar, Bizans, Roma, Selçuklu, İlhanlı ve Osmanlı dönemlerinin tamamında önemini korumayı başarmıştır.

            Günümüzde Amasya denince akla ilk olarak bir Osmanlı şehri gelmektedir. Fakat Amasya aynı zamanda bir Selçuklu şehridir. Birçok abidevi Selçuklu eseri depreme ve zamana karşı koyarak günümüze kadar ulaşmayı başarmıştır. Sadece tarihi eserlerden mi ibarettir Amasya? Hayır. O tarihi camilerden, medreselerden binlerce öğrenci hocalığa geçiş yapmış ve Türk-İslam medeniyetine iz bırakan önemli eserler oluşturmuşlardır. Amasya’yı bu mütefekkirler ve devlet adamlarından ayrı düşünmemek gerekir.

            Son zamanlarda sosyal medyada dolaşan bir paylaşım dikkatimizi çekti. Yazının aslının bir makale olduğunu öğrenip makalenin aslına ulaştık. Makale Prof.Dr. Şevket Aziz KANSU tarafından yazılmış ve kurucusu olduğu Ankara Üniversitesi’nin Dil tarih ve Coğrafya Fakültesinin dergisinde 1942 yılında yayınlanmış. Makalenin İsmi “ANADOLU’DA TÜRK MÜTEFEKKİRLERİNİN COĞRAFÎ YAYILIŞI ÜZERİNE BİR ARAŞTIRMA”dır. Makalenin yazılış amacı Anadolu’da Osmanlı döneminde mütefekkir (düşünce adamı) yetiştiren özel bölgeler var mıdır? Varsa bu âlimlerin bu bölgelerden çıkma nedenleri nelerdir?

Böyle bir makalenin varlığı Amasya tarihi üstüne kafa yoran bizleri heyecanlandırdı. Anadolu’daki şehirlerin kültürümüze yaptığı katkının bir nevi iller arası karşılaştırması idi bu. Böyle bir karşılaştırma daha önce de zihnimizde belirmişti. Ve zihnimizde dört şehir ön plana çıkmıştı. Karşılaştırma Osmanlı döneminde olduğu için 3 Osmanlı başkenti İstanbul, Edirne ve Bursa mutlaka listenin başlarında olmalı idi. Amasya da hemen onların peşinde. Ama Şevket Kansu bir de mütefekkir sayılarını şehirlerin nüfusuna göre (100.000 kişiye düşen mütefekkir


                                                En çok mütefekkir çıkaran ilk 4 il

sayısına göre) hesaplayınca diğer 3 ilden oldukça az nüfusa sahip olan Amasya’nın bu dezavantajının ortadan kalkacağı ve ilk 3’ü daha da zorlayacağını düşünmek içten bile değildi.

            Ama makalenin tamamını okuyunca Amasya’nın “acık ara 1. olduğu”, en yakını İstanbul’a iki kata yakın bir fark attığını görmek bizi bile şaşırttı. Üstelik Aziz Hoca bu mütefekkirler arasında sanatçıları (hattatları Amasya’nın Türk İslam Medeniyetine yaptığı en büyük katkı bu alanda olmuştur) saymaması, İstanbul’un şehirli nüfus oranının Amasya’ya oranla çok olduğu Bursa ve Edirne’nin de fiziki alan olarak Amasya’dan büyük olduğunu düşününce, bu sonuç daha da önemli hale geliyordu.

 Şimdi makalede, hocanın bu tespite nasıl ulaştığını anlamaya çalışalım. Yukarıda hocanın gayesini belirtmiştik. Şimdi tekniğini belirtelim. Osmanlı zamanında yaşamış ve Türkiye Cumhuriyeti siyasi hudutları içinde doğmuş “Türk” Şeyh, Alim, Şair, Hekim,  Edebiyat-Tarih-Matematik ve Coğrafya bilimlerinde eser yazmış 908 şahıs tespit edip listelenmiştir. Aziz Hocanın bu listeyi oluşturmak için başvurduğu en önemli eser Bursalı Mehmet Tahir Bey’in “Osmanlı müellifleri” adlı eseri olmuştur. Bu eserden başka Şemsettin Sami’nin “Kamusu-el-alam” , Charles Texeir’in Küçük Asya ve Nafi Atıf Kansu’nun “Türkiye Maarif Tarihi” adlı eserlerini de gözden geçirerek listeyi oluşturmuş ve sonunda ise bu şahısların doğum yerlerini tespit etmiştir. Bu suretle Amasya ilinden Yozgat iline kadar 53 il tespit edilerek bu bölgeleri birbirleri ile mukayese etmek için gerekli bilgileri elde edilmiş olmuştur. Nüfuslar içinde 1927 yılı nüfus sayımı temel almıştır. Osmanlı dönemine en yakın sayım olan bu sayım halen de büyük çoğunlukla geçerliliğini koruduğunu iddia etmektedir. Amasya tarihin hiçbir döneminde çok kalabalık yoğun bir nüfusa sahip olmadığı gibi İstanbul son 1.500 yıldır Anadolu’nun en kalabalık şehri olagelmiştir. Zaten yazarın da dediği gibi aranılan şey matematiksel-istatistiki bir tespit değil, eğilimi belirleyerek bir kanıya varmaktır. İstatistik oluşturmak içinse 100.000 kişi başına düşen mütefekkir yetiştirme oranını hesaplamıştır. Araştırmanın dikkati çekici safhası artık buradan itibaren başlamaktadır. Yazar bu noktada merkezlerin oluşmasını tarihi ve sosyolojik faktörlerle açıklamadan önce mesleği itibari ile antropolojik tespitler (Prof.Dr. Aziz Şevket KANSU Türk Antropolojisinin kurucusu sayılmaktadır) ile açıklamaya çalışmıştır. Bu açıklamayı da İstatistik Umum Müdürlüğünün 1937 yılında yayımladığı Türkiye Antropemetri anketi üzerimden yapmaya çalışmıştır. Bu ankette 59.728 Türk’ün üstünde yapılan ayrıntılı kafatası incelemesinin kartografik metotla ülke üstünde bölümlere dağıtılmış haritasını temel almıştır. Bu noktadaki teknik açıklamaları ülkenin o zamanki içinde bulunduğu İmparatorluktan–Ulus Devlete geçiş aşamasında değerlendirmek gerekir deyip geçiyoruz.            

             Yazar makalenin sonunda bu listeyi tarihî, sosyolojik ve kültürel nedenleri ile de açıklamaya çalıştığına şahit oluyoruz.  Bunu da Osmanlı İmparatorluğu’nun temelini oluşturan Anadolu Selçuklu Devletinde aramaktadır. Dayanağı da Fuat Köprülü Hocada aramaktadır. “Nitekim Profesör Fuad Köprülü Osmanlı imparatorluğunun dayangacı olan Anadolu Selçuklularının politik, sosyal, ekonomik ve kültürel bünyesi üzerinde ilgi ve vukufla durmuştur. Fuad Köprülü bize XIII. asırda Anadolu Türk sosyetesinin iş taksimi ve İktisadî inkişaf bakımından aşağı Orta çağın en ileri sosyetelerinden biri olduğunun kaydetmekte ve Selçuklular devrinde Anadolu’nun kültür bakımından da yüksek bir seviyeye eriştiğini her camiye bağlı ve çocuklara yazma ve okutma öğreten sıbyan mekteplerinden başka her tarafta medreselerin de kurulduğunu zikretmektedir. Bilhassa Moğol istilâsından sonra şarkın takalarından gelmiş olan birçok âlim, şâir, sufilerin Anadolu’da yerleşmeleri, Anadolu’da zihnî faaliyeti şiddetlendirmiş ve Selçuk medreselerine lâyik oldukları şöhreti kazandırmıştı. Osmanlı devrinde Anadolu’nun en kesif mütefekkir yetiştiren bölgeleri Anadolu Selçuklarının tesirlerine maruz olan bölgeler olarak görünmesi de dikkatimizi çekmektedir.”

Bu noktadan itibaren Amasya üzerinde yoğunlaşacağız. Amasya üzerine araştırma yapan ve Amasya’nın antik çağdan itibaren gelişimini bilenler tarafından makale sonucunda ortaya çıkan durum bizleri çok şaşırtmadı. Ama 3 Osmanlı başkenti arasından sıyrılarak hem de onlara önemli bir fark atarak 1.liğe yerleşmesi “ne yalan söyleyelim” bizi bile şaşırttı. Tespitlerimize gelince; Bu noktada bizce de yazarın Selçuklular ve Moğol İstilasının önünden kaçan Orta Asya mütefekkirleri tespiti oldukça kayda değerdir.  Yazarın gittiği noktadan gidersek şu sonuca ulaşabiliriz. Amasya, Anadolu Selçuklular zamanında birçok Anadolu şehri gibi ilim merkezi idi. Ama bu ilim merkezini diğerlerinin önüne geçiren Sultan Alaattin Keykubad’ın sağ kolu Halifet Gazi’dir. Anadolu’nun en kudretli komutanı olan Halifet Gazi şehri çok kaliteli medreseler ve ilim adamları ile doldurdu. Halifet Gazinin ömrünün son yıllarını Erzurum Valisi olarak tamamlaması, Erzurum’un ise İran coğrafyasından kaçan Harzemşahların ilk durağı olması Halifet Gazinin bu ilim adamlarını kendi şehrine, medresesinin olduğu şehre yönlendirmiş olma ihtimali oldukça kuvvetlidir.

Böylece mütefekkirlerin Amasya’da zaten var olan ilmi birikimi daha da arttırdığı söylenebilir. Bunların başında da Moğolların önünden kaçan Harzem ilim adamlarından Hekim Bereket’i örnek gösterebiliriz.  Hekim Bereket’in Oğuz Türkçesi ile yazmış olduğu tıp kitapları sayesinde Şerafettin Sabuncuoğlu’na kadar gelen ciddi bir tıp birikimi Amasya’da oluşmuştur. Ve 50 adet Amasyalı mütefekkirlerin içinde ciddi bir oranda hekim olduğu da muhakkaktır. (Yazarın 908 adet mütefekkirin ismi, mesleği, yaşadığı tarih ve illere göre dağılımını gösteren bir tabloya ulaşamadık. Bu tabloya ulaşsa idik hangi illerde hangi tarihlerde ve hangi branşlarda ilim adamlarının yoğunlaştığını anlar ve ona göre tarihsel bir değerlendirme yapabilirdik)

Amasya Anadolu Selçuklu Devletinin yıkılmasından takriben 100 yıl sonra 1.Mehmed ile tekrar yükselişe geçmiştir. Osmanlı İmparatorluğu’nun en güçlü olduğu dönemlerde Amasya’da en parlak günlerini yaşamıştır. 908 mütefekkirin büyük çoğunluğunun da bu dönemde yaşamış olma ihtimali yüksektir. Daha sonra Osmanlı ve Amasya’nın ışığının sönmesi paralellik göstermektedir. Fakat Amasya’nın ilim merkezi olma özelliğini devam ettirmesi ile bu listeye Cumhuriyetin ilanına kadar tek-tük eklemeler yapmış olması muhtemeldir.

Sonuç olarak: Bu makalede hepimize öğretilen, bildiğimiz fakat aslında zannettiğimizden daha da çok olan Amasya’nın ilmi derinliğidir. Üstümüze düşen görev bu derinliği daha iyi ortaya çıkarıp Amasyalı gençlere örnekler sunmaktır. Amasya’nın Anadolu kültüründeki ağırlığını Osmanlıdan Selçukluya, Selçukludan Mithiridatlara kadar uzandığını anlamamız gerekmektedir. Amasya tarihini cami, medrese, han ve hamamlardan ibaret saymaktan öte bu yapıları yaptıranları, bu yapıların yapılmasını sağlayan sistemi anlamak daha önemlidir diye düşünmekteyiz. Ülke olarak tarih deyince ilk aklımıza gelen savaş ve fetihlerdir. Bu yüzden II.Bayezid’e tarih sayfalarında babası ve oğluna göre daha az yer verildiğini görürsünüz. Çünkü tarih kitapları Bayezid’in çıkardığı tarihin ilk tüketici haklarını koruma kanunu olan “Bursa Şehir Fermanını” yazmazlar. Belki de o derinliğin anlaşılmasını istemezler. Son zamanlarda rahmetli Fuat Sezgin hocanın teşvikleri ile bu yöne Türk-İslam kültür ve sanatına yoğunlaşan ilgimizi Amasya özeline mercek tutarak Amasya’nın değerlerini kültür ve sanatımıza yaptığı katkıları ortaya koymak en önemli görevimizdir.

HALİFET GAZİ:

Bulunduğu görevler: Sinop sahil muhafaza emirliği, Amasya ve Erzurum Valiliği

Halifet Gazi, Türkiye Selçukluları zamanında yaşamış ve onlara idari, kültürel ve askeri alanlarda önemli hizmetlerde bulunmuştur.  Onun bu hizmetlerini, 1. Gıyasü'd-din Keyhüsrev, I. İzzü'd-din Keykavus ve I.Alaü'd-din Keykubad gibi üç farklı hükümdar döneminde de sürdürmüş olması başarılı bir kişi olduğunu göstermektedir. Bir vali olmasına rağmen onun kültürel faaliyetlere de girmiş olması belli kültürel alt yapısının ve bilge bir kişiliğinin olduğunu göstermektedir. Nitekim Amasya'da yaptırdığı medrese ve bu medreseye düzenlettirdiği vakfiye bu duruma verdiği önemi göstermektedir. Bütün bunlardan Halifet Gazi'nin Türkiye Selçukluları döneminde yaşamış askeri ve idari hizmetlerinin yanında kültürel ve sosyal faaliyetlerle de Anadolu'nun Türkleşmesi ve İslamlaşmasında rol oynayan önemli şahsiyetlerden birisi olduğu anlaşılmaktadır.



1-      Makalenin aslına ulaşmak için:

http://dtcfdergisi.ankara.edu.tr/in dex.php/dtcf/article/view/2821/2323


                                            Mehmet Emir GÜLTEKİN

                                                        AMASYA


10 Mayıs 2019 Cuma

SİNOPLU PHOCAS VE AMASYALI BAŞPİSKOPOS ASTERİUS


SİNOPLU PHOCAS VE AMASYALI BAŞPİSKOPOS ASTERİUS

Mitridatlardan beri dini eğitim merkezi olan Amasya bu özelliğini Roma döneminde ( ki Roma ile Mitridatların inanışı arasında pek fark yok ) korumuş olmalıki Roma İmparatorluğu Hristiyanlığı kabul ettiğinde bile Amasya dini merkez olma özelliğine devam etmiştir. Bunda en önemli pay tabii ki Amasya’nın korunaklı bir yer olması, olması muhtemel büyük dini kurum binaları, kütüphaneler ve bilgi birikiminin bu topraklarda yoğunlaşmasıdır.
Bu yazıda ise sayın Durmuş Gür ve Fatma Gür’e ait okuduğum bir makale üzerinden Rahip Phocas, Amasyalı Rahip Asterius üzerinden Amasya ya yoğunlaşacağız.

Resim 1 St. Phokas, Kiev St. Sophia Kilisesi, 
Fresko, 11. Yüzyılın İkinci Yarısı 
(Grotowski, 2010: 146, Fig. 7)
SİNOPLU PHOCAS
İlk önce Sinoplu Phocası Makaledan alıntılarla biraz tanıyalım.
                Hıristiyanlık’ta kutsal sayılan ve rölik kültü açısından büyük öneme sahip Azizler, Bizans inanç kültüründe önemli bir yere sahiptir. Bölgeden bölgeye çeşitlilik gösteren bu kültürde bazen ortak atribüler bazen de isim benzerlikleri dikkat çeker. Akdeniz’de görülen Hagios Nikholaus gibi Karadeniz’de kutsal sayılan Hagios Phokas’ın kendine has bir külte sahip olduğu görülür.
Araştırmalar doğrultusunda Herakleia Pontikeli Phokas ya da Sinoplu Phokas olarak tanımlanan Hagios Phokas’ın aslında yaşadığı dönemde bir Hıristiyan ve hatta Aziz olmadığı, yaptığı iyilikler ve Hıristiyan halka yardımlarından dolayı işkencelere maruz kalarak öldürüldüğü ifade edilir.
 Araştırmalar doğrultusunda tespit edilen Hagios Phokas Kültü’nün 4. yüzyıldan itibaren Karadeniz özellikle Pontos, başta olmak üzere Anadolu’nun hatta Ege ve Akdeniz sahillerini de aşarak Adriyatik Denizi’ne ulaşan bir üne sahip olduğu bilinir.Hagios Phokas kültünün 10. yüzyıla kadar çok geniş bir coğrafyada aktif bir şekilde devam ettiği görülür
Hıristiyanlığın ilk yayıldığı topraklardan olan Amasya da birçok aziz var olmuştur. Bu azizlerin çoğuda efsanelere dayandırılmıştır. Birçoğu hakkında kesin bir bilgi olmamakla birlikte kendinden sonra gelen din adamları ve halk tarafından yarı tanrılaştırılmıştır. Phocas da bu şekilde ortaya çıkarak tüm Anadolu, Balkanlar ve Kuzey Karadeniz’de önemli bir yer edinmiştir.

AMASYA BAŞPOİSKOPOSU ASTERİUS’UN PHOCASI TAKDİMİ
Amasya Başpiskoposu Asterius
M.S. 4 .yy Da yaşayan piskopos Asterius’un halen internet sitelerinde satılan o zamanlarda yazdığı “modern zamanlar için eski vaazlar” kitabının yazarıdır. 451 tarihli Kadıköy Konsili’nde Samsun ve Amasya’dan Phokas adında bir piskoposun konsile katıldığı görülür. Bu da Hristiyanlık açısından Amasyanın önemini göstermektedir. Aşağıda ilgili makalede Phocas’ın esasında Piskopos Asteriusun takdimleri ile üne kavuştuğu ve hakkında bilinenlerin çoğunun da kaynağının Amasyalı başpiskopos Asterius olduğunu gösteren alıntılar paylaşacağız. Ayrıca Asteriusun Phocas’a ait röllikleri bizzat Amasyaya getirerek adına yapılan bir kiliseye koyduğu da söylenmektedir.
Amasya Piskoposu Hagios Asterius tarafından kutsal sayılan Sinoplu Phokas, kesin tarihi bilinmemekle birlikte 4.-5. yüzyıllarda Aziz ilan edilmiş ve böylelikle Phokas’ın Sinop’ta olduğu ifade edilen röliklerinden bazıları Amasya’ya aktarılarak Sinop ve Amasya arasında dini bir bağ kurulmuştur. Tarihsel süreçte kutsal sayılan Phokas’ın rölikleri Antakya (Antiochia) ve İstanbul (Konstantinopolis) başta olmak üzere birçok yere aktarılarak kültürel ve dini açıdan birçok coğrafyada hakim olması sağlanmıştır.
Amasya Başpiskoposu Asterius'un modern
 zamanlar için eski zamanlar kitabı

Phokas’ın hayatı, anonim vitalarda, Amasya Piskoposu Hagios Asterius’un kutsal yazılarında ve Ioannes Chrysosthomos’un kutsal vaazlarında karşımıza çıkmaktadır. Amasya Piskoposu Asterius, Hagios Phokas hakkında çeşitli bilgiler sunar ve Phokas’ın röliklerinden bazılarını Amasya’ya götürmüştür (.Hagios Asterius ve Ioannes Chrysosthomos’un Vaazlarında Hagios Phokas Amasya Piskoposu Hagios Asterius’un, Phokas hakkındaki övücü sözleri, Hıristiyan Hacılar’ın çok uzak mesafelerden Sinop’taki Phokas’ın mezarı ve kilisesine akın etmelerini sağlamıştır.Çeşitli dönemlerde Phokas’ın kutsal emanetlerini, Amasya dışında Roma ve Antakya’ya da aktarıldığı bilinir.

HAGIOS PHOKAS ADINA İNŞA EDİLEN KİLİSELERDEN BAZILARI
Phokas denince akla ilk gelen iki yer olan Amasya ve Sinoptur. Bunun nedeni de önemli bir güzergahta olan Amasya şehrinin dünyaya açılan kapısının bir liman kenti olan Sinop olmasıdır. Phocas adına inşa edilen özelliklede Amasyaya inşa edilen klise hakkında alıntı paylaşalım.
Hagios Phokas, 4. yüzyıldan itibaren başta Karadeniz olmak üzere Ege, Akdeniz ve Adriyatik Denizi’ne kadar olan geniş coğrafyalarda önemli bir külte sahip olan Phokas’ın rölikleri birçok yere taşınmıştır. Taşındıkları yerlerde adlarına kiliseler inşa edilen Phokas’ın adına, deniz ve okyanusa kıyısı olan kentlerde kiliselerin inşa edildiği görülür.
10. yüzyıldan itibaren Karadeniz’de lokal bir inanç sistemine sahip Phokas’ın adına kiliselerin inşa edildiği bilinmektedir. Başta Sinop, Trabzon, Amasya, Giresun ve İstanbul’da Phokas’ın adına inşa edilmiş  birçok yapının adı bilinir fakat yapıların çoğu ya yıkılmış ya da yerleri bilinmemektedir.
Phocas'ın öldürülmesi
Amasya (Amaseia) Hagios Phokas Kilisesi
Hagios Phokas denilince akla ilk olarak Sinop ve Amasya gelmektedir. Hagios Phokas adına Amasya’da Hagios Asterius tarafından bir kilise inşa edildiği bilinir. Yapının kesin inşa tarihi ve durumu hakkında henüz net bir bilgi yer almamaktadır.
Amasya’da Hagios Phokas adına büyük bir kilise inşa edilmiştir. Çeşitli pahalı lüks hediyelerle süslenen kiliseye imparatorlar hediyeler göndermiştir (Driver, 2005: 249).
Phokas’ı kutsal sayan ve adına methiyeler sunan Hagios Asterius, aziz ilan ettiği Phokas’ın röliklerini Amasya’ya aktarmıştır. Böylelikle Sinop ve Amasya arasında kültürel, ekonomik ve inanç turizmi açısından hareketlilik sağlanmıştır. Bilindiği kadarıyla da Sinop, Amasya için Karadeniz’e açılan önemli bir kapı niteliğindedir.
Sinoplu Hagia Phocas
Sonuç olarak başta da dediğimiz gibi Anadolu ve Amasya tüm zamanlarda insanlık açısından önemli bir yer teşkil etmiştir. Dini açıdan da bu böyle olmuştur. Erken Hıristiyanlığın ilk döneminde de bu önem devam etmiştir. Amasya’da devamlı Hıristiyan din eğitim kurumları ve bunların başında etkili başpiskoposlar bulunmuştur. Bunlardan birisi olan Asterius’un parlattığı Phocas’tur. Phocas mitolojilere de konu olunca birazda Hıristiyanlık dininin kendi mayası gereği Asteriustan daha çok tanınır hale gelmiştir. Asteriusun Phocas’ın rölliklerini getirip Amasyaya yaptığı kiliseye gelince. 1915 teki büyük yangına kadar Amasya’da bir çok klise mevcuttu. Ama bunların çoğu Ermeni kilisesi idi. Fakat o zamanlarda Hıristiyanlıkta mezhep ayrışmaları daha belirginleşmemişti. Phocas’ın röllikleri nerde, çalındı mı, başka bir yere mi gitti. Yoksa halen toprağın altında mı Allah bilir. Ama benim aklıma gelen bir yer var. Oda bana kalsın. Kalın sağlıcakla…
KAYNAKLAR :
       1.       Durmuş GÜR, Fatma GÜR, HAGIOS PHOKAS-CBÜ SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ - Cilt:14, Sayı:3,
       2.        DRIVER, Lisa D. Maugans (2005), “The Cult of Martyrs in Asterius of Amaseia’s Vision of the Christian City”, Church History, Vol. 74, ss.236254.
      4.       Asterius hakkında :https://alchetron.com/Asterius-of-Amasea
NOTLAR:
1.   Phokas adına inşa edilen yapıların yanında Karadeniz Bölgesi’nde birçok Aziz’in kültünün hakim olduğu ve bu Azizler’in adına birçok yapının inşa edildiği bilinmektedir. Amasyada phocas adına klise inşa edildiğini iddia  eden yayın -Hagios Phokas, Amasya (Bryer and Winfield, 1985: 71)

2.    Amasya azizlerinden bahseden kaynak kitap : Amasya (Amaseia) Azizleri 3 / 16 Mart. Amaseia (Amasya) Şehidi Hagios Eutropius, Martyrs Cleonicus ve Basiliscus (Driver, 2005: 236-254).26 Nisan / 9 Mayıs. Amaseia (Amasya) Hieromartyr ve Piskoposu Basil





29 Nisan 2019 Pazartesi

New Yorkta 5 Minare bir kripto fetö filmi mi?


New Yorkta 5 Minare bir kripto fetö filmi mi?
Senaryo ve Yönetmen :  Mahsun KIRMIZIGÜL

Bu yazıda ilk önce filmden sahneleri paylaşıp daha sonra bu sahnelerin açıklamasını yapacağız. En son ise yönetmenin ve oyuncuların röportajları değerlendirilip sonuç kısmından ise kendi görüşlerimizi paylaşacağız...

FİLMDEN NOTLAR:
1.       Çirkin, suratsız bir ajan, cemaat içine yerleştirilmiş.
2.       Siyasi konuşmalar yapan ağlak bir hoca. Her grupta ayağı olan bir hoca. Cemaat, Kuran kurslarına , milliyetçi kesime her yerde ayağı var.
3.       11. Dk. Amerika . Olayla hiç alakası olmayan fetö lideri gülen benzeri Amerika’daki din? Adamına namazını kılarken ( o da usulüne göre kılmıyor) FBI tarafından baskın yapılıyor.
4.       Fetö hakkında Türk Emniyeti “deccal” diyor. Ve Amerika’da marketleri olduğu söyleniyor.
5.       19. Dk. Fetönün arkadaşları toplanıyor. Eşinin ismi Maria ( başı açık ve Hristiyan) (kızı da hristiyan-müslüman ve evliliği kilisede gerçekleşiyor.  )
6.       Türk Polisi yalan itiraflarla ve haksız bir şekilde Hacı Gümüşü ( gülen’e benzetilen kişi) Amerika’da teslim alıyor.
7.       Dakika 35 sandalyede kılınan namazlar yine usulüne uygun olmayan bir şekilde kılınan namaz.
8.       Hacı ve Türk Polisleri cemaate yakın kişiler tarafından kaçırılıyor.
9.       50. Dakikada Hacı Gümüş’e hanımının Hıristiyan olması soruluyor. Bu soruya “Allah bir değil mi hangi dinden olursa olsun maksat Allaha yakın olmak değil mi? İnsanın sevabı da günahı da üstünedir hükümde bir tek onun (Allah’ın) dur. Ayetten bahsediyor “ Dinde zorlama yoktur, onlara zor kullanacak değilsin” diyor.
10.   53. Dakika “ Türkiye’ye gidince dönebileceğin hiçbir garantisi yok”, “Hindistan, Sudan, Çin Malezya sana kucak açacaktır. Orda kimse senin peşine düşmeyecektir”
11.   55. Dakika :Hacı  teslim oluyor Türkiyeye geliyor. Katil suçlamalarını reddediyor.  Amerikada ne işin var sorusuna Said-i Nursi den alıntılarla cevap veriyor.
12.   1.04:00 de hacı kökten dinci bir terörist ağının lideri suçlamasını duyunca çok şaşırıyor.
13.   1.10:00 Hacının karısı : ülkenizde masum insanların başına neler geldiğini biliyorum.
14.   1:26 da  Hacı Gümüş: cihat demek insanları doğru yola davet etmektir, Peygamberimiz düşmanların saldırısı karşılığında canını, malını, ırzını müdafa etti ve 23 yılık peygamberlik döneminde sadece 2 ay savaştı.  
15.   Türkiyeye gelişi , Emniyetin yaptığı hatayı fark etmesi. Ve hacının öldürülüşü.
Yukarıda filmden dikkatimi çeken sahneleri not aldım.
2. Satırda siyasi konuşmalar yapan ağlak bir hoca var. Ağlayarak vaaz etme alışkanlığı en çok Fetö liderinde gözüken bir olay. Ayrıca oradaki hocaya siyasi bir konuşma yaptırılması da ilginç. Ayrıca hoca her kesime hitap ediyor. Her grupta ayağı var. Kuran kurslarında , milliyetçi cephede bu da örnek olmayan yanlış bir cemaat portresi çiziyor. Ayrıca buradaki hoca için Ali Sürmeli bizzat fetöden etkilendim ve oradaki laflar da fetönün lafları diye itiraf etmişti.(üstteki yorumu Ali Sürmeli röportajından önce yazdım ki doğru olduğu rol model olduğunu bizzat Sürmeli söyledi) Altta ilgili youtube videosu ve açıklaması var.
Ali Sürmeli: "New York'ta 5 Minare'de modelimiz Fethullah Gülen Hoca Efendi'ydi.." Ali Sürmeli 'New York'ta 5 Minare' filmindeki rol modelinin Fethullah Gülen olduğu iddialarını kabul etti.  İlgili youtube videosuda burada. https://www.youtube.com/watch?v=uctliDb-RYg
3. satırda ve diğer filmin bölümlerinin tamamında usulüne uygun kılınmayan namazlar var
4. Satırda DECCAL örneği önemli. Darbe öncesi ve sonrasında da Türk medyasında Fetö liderine DECCAL yakıştırmaları sık sık yapılmıştı.
6. satırda Türk Polisi fetöyü haksız isnatlarla suçlamalarla alıyor. Yani şu anki fetö liderini isteme sürecinde de bir haksızlık var imajı oluşturuluyor.
7. satırda saf tutmadan ve sandalyede kılınan bir namaz sahnesi var… . Saf tutuşunda ise yepyeni bir model var. Yönetmenin Namazdaki saf düzenini bilmemesi düşünülemez. Ya bir yanlışa yönlendirme var, yada daha iyi görüntü alabilmek için namaza karşı saygısızlık ve ciddiyetsizlik var.
8. satırda; .  Ufak bir dini örgütün nasıl Amerikada FBI’ın elinden adam kaçırabildiği ve daha sonra bunun üstüne gidilmemesi. Bu saldırıyı kim yaptı 3-4 gün nerde idin gibi sorular hiç sorulmuyor.Daha sonra   Hacı Gümüş  Türk polisleri ile konuşuyor onları suçsuz olduğuna ikna etmeye çalışıyor.
9. satırda filmdeki Hacı Gümüş’ün eşinin hristiyan olduğu sorusuna cevabı yer alıyor. Bu cevap eksik, sakıncalı ve yanlış anlaşılmaya açık. Müslüman bir erkeğin ehli kitap ( Hristiyan ve Yahudi) ile evlenmesi caiz. Bunu caiz olmasının nedeni de İslama yakın bir inanışa sahip  olmaları nedeni ile ( ki burada hristiyanların Allaha şirk koşmaları nedeni ile Hristiyanla evlilik biraz daha şüpheli) islama geçmelerinin daha kolay olabilmesidir. Ve fethedilen yerlerdeki müslüman kadın azlığı da 2. Bir zarurettir.
Bu konuda Peygamberimizin uygulamalarına gelince; Peyganberimiz Hristiyan ve Yahudi kadınlarla evlenmiştir. Fakat tüm eşleri ya müslümandır yada Müslüman olmuştur. Ve evlilikteki kıstasları arasına en çok vurguladığı hususta Müslüman erkeklere verdiği “ bir kasınla evlenmenizdeki dikkat edilecek en önemli husus onun imanıdır” Bir Müslüman erkek etrafında Müslüman imanlı bir kadın arayacak, bulamazsa yada başka bir zaruri durumda ( aşık  olma, uygun bir eş bulamama ) Hıristiyan yada Yahudi bir eş ile evlenebilir.  Ve evlendikten sonra mutlak bir surette onu Müslüman yapmaya((EMR-İ Bİ'L-MA'RUF NEHY-İ ANİ'L-MÜNKER - İyiliği emretme, kötülükten alıkoyma) çalışmalıdır. 
Ama filmdeki Hacı Gümüşün ifadeleri bu açıklamadan uzaktır. Gümüş Eşin Hıristiyan yada Yahudi olmasının evliliğe engel olmayacağından bahsetmiyor, yada Amerikada  Müslüman bir eş bulamadığından bahsetmiyor. “Allah bir değil mi hangi dinden olursa olsun maksat Allaha yakın olmak değil mi? Bu söylemiyle hangi dinden olursa olsun Allaha yakın olma maksadını  taşıyan herkes le evlenilebilir diyerek yeni ve yanlış bir yorumda bulunuyor. EEE bu yorumlar zaten ülkemizin her yerinde var. Fakat bu yorum açık bir şekilde Hıristiyanlar dahil ehli kitap ( hatta ilim ehli olan herkesin cennete gidebileceğini ) ın cennete gidebileceğini söyleyen ve dinler arası diyalog safsatasını Türkiyeye sokan Fetö liderinin beyanları ve düşüncesiyle paralellik gösteriyor. Fetönün görüşleri burada var. https://ihvanlar.net/2013/09/22/musluman-kadini-hiristiyan-erkek-ile-evlendirme-sapikligi-tvye-yansiyor/  Ayrıca kızı ile Evlenen Thomas hacı gümüş’e “Merak etmeyin, bugün kilisede Hıristiyan nikahımızdan sonra Camide imam nikahı kıyılacak.”diyor. Yani yukarıdaki haberin aynısı bizzat filmde gerçekleşiyor. Ve ayrıca farklı dinler arasındaki evlilik örneklerini bizzat Türkiye’de denediler.
Ayrıca kendisine tebliğ görevi verilmeden önce Müslüman olmayan kadınlarla evlenen peygamberler onları Müslümanlığa çağırmıştır. Gelmeyenleri de Hz. Nuh un örneğinde olduğu gibi terk ettirilmiştir.  Ayrıca Hacı Gümüşün 30 yıllık eşinin Müslüman olamaması kızının da Hrsitiyan adeti ile evlenmesini “ dinde zorlama yoktur” ayeti ile anlatmaya çalışıyor. Allah demiyor mu çocuklarınızı İslam üzerine eğitin diye.  Bu olayın ahrette hacı gümüşe sorulduğunu düşünelim; -dinde zorlama yoktur ayetine binaen ben de onları zorlamadım diye mi cevap verecek?  Peki sen nasıl bir Müslüman alimsin ki eşini çocuğunu Müslüman yapamadığın gibi, bunu yumuşaklık ve hoşgörü olarak sunuyorsun. Ha denecek ki HZ. Nuh gibi bir çok peygamberin de eşi, çocukları Hz. İbrahim’in babasının da putperest olması gibi. Ama bu örneklerde Müslüman olmayanlara bir tebliğ var ve uyulmazsa bir mesafe koyma var. Burada mesafe koyulmadığı gibi önemli olanın Müslüman olmak değil önemli olanın Allah’a yakın olmanın olduğu yeni bir ortak din (dinler arası diyalog) vurgusu var.
10. satırda tıpkı şimdi olduğu gibi Amerika seni verirse başka ülkelere gidebilirsin. Sana kucak açacak ülkeler var. Hani bu adam sadece Amerika’daki ufak bir dini cemaatin lideri idi. Diğer ülkelerle bağlantısın nedir ve niye Hacıya kucak açma konusunda istekliler?
11. satırda Hacı teslim oluyor. Ama kaçırılma olayı ile ilgili hiçbir şekilde suçlanmadığı gibi. Amerika’nın hemencik, ortada doğru-dürüst belge yokken vermesi de senaryonun ne kadar basitçe hazırlandığının göstergesi.
14.   Satırda ise yine buğulu ve eksik bir şekilde anlatılan cihat kavramı var. Peygamber 23 yıllık peygamberlik hayatında sadece 2 ay savaştı lafı doğru? ama realiteden uzak. Savaşların hazırlığı 1 yıl sürer savaş 1 gün sürer. İnsanlar aylarca yıllarca savaşmazlar çoğu zaman. Yani Yavuz Sultan Selimi de hesap edersen en fazla 1 ay savaşmıştır.  “Cihat demek insanları doğru yola davet etmektir “ lafı doğru ama bu cihadın bir kısmı,  gerisini de anlatmak gerekir. Peygamberimiz düşmanın saldırısı karşılığında canını malını ırzını müdafaa için savaştı diyor Hacı Gümüş. Bedir savaşında müşrikler tarafından bir saldırı mı vardı. Yada Hayberde Yahudiler Medineye mi saldırmıştı. İslam barış dinidir amenna, Peygamberimiz en son çare olarak savaşı seçmiştir amenna, cihad demek sadece kılıçla yapılan savaş demek değildir amenna. Ama yeri geldiği takdirde tüm varlığınla, bedeninle kafirin suratına tokatı atabilmek, kafirin beklemediği anda baskın yapmak ve onu etkisiz hale getirmek de vardır ve Peygamberimiz de bunu yapmıştır. İşin bu boyutunu görmemek diyalogcuların ve yumuşakça Müslümanların metodu dur.  İslam tarihini tam bilmeyen oryantalist bir yaklaşımla film çekenler genelde batılı yönetmenler iken,  ülkemizden birinin böyle bir hataya düşmesi tuhaf olduğu kadar da yönlendirme sonucu olabileceği aklımıza geliyor.
15.   Satırda ise eğer Hacı Türkiye’ye gelirse ne kadar büyük bir yanlışın yapıldığı ortaya çıkacak, Türkiye rezil olacak, Hacı ve terör laflarının asla yan yana gelemeyeceği ve ne olursa olsun Hacının öldürüleceği üzerinden ise Türkiye’ye gelmemesi gerektiği ve ülkenin güvenli olmadığı öne çıkarılıyor.
Mahsun Kırmızıgül’ün bu iddialara cevabı ise:
New York'ta Beş Minare” ve “Mucize” filmin hakkında “Fethullah Gülen'in hayatı ele alındı, hatta destekledi” deniyor. Bu iddialar için neler söyleyeceksin?
Şunu herkes bilsin ki 2010 yılında filmi çektiğim dönemde, siyasetin içinde olanların bir çoğu o cemaate gönülden bağlıydı. Filmde Hacı Gümüş karakteri Bitlisli bir Kürt'tür, eşi ise Amerika'lı bir Hristiyan'dır. Bir kızı olan ve kızını kilisede evlendiren çok iyi derecede İngilizcesi olan bir karakterdir. Hacı Gümüş karakterinin Fethullah Gülen'le hiçbir benzer tarafı da yoktur. O dönemde Fethullah Gülen'in hayatını yaptığımı ima etseydim film, 10 milyon gişe yapardı. O gün de, bugün de hep aynı yerdeyim. Gerçekten ne cemaatlerin ne de tarikatların adamı olmadım. Ben öyle filmler yapmam, çünkü ilgimi çekmiyor.
Bu cevapta pek inandırıcı değil. Açıktan yapılan bir film etkili olmaz. Gizli mesajlar verilmesi lazım. Bu tür yapımların amacı para kazanmak değil, kendi safındaki kişilere etkili bir mesaj vermek ve bazı bozmak istedikleri değerleri normal göstererek bozulma hızını arttırmaktır.
Ve Kırmızıgül’ün geçmişinde de dialogçularla örtüşen başka bir projesi var. Bizden değildir adlı klibini ve röportajını altta izleyin ve okuyun…https://www.youtube.com/watch?v=jqaiMFURTWY
Ezan sesiyle başlayan ve içinde Kuran, İncil ve Tevrat’tan sözlerin yer aldığı ‘Bizden Değildir’ diye bir şarkı yaptınız. Dinleri buluşturma modasının bir parçası mı bu da? Bir esin kaynağınız var mıydı?

- Kimseden esinlenmedim. Beste yapmak pazardan mal satın almaya benzemez. Bu tamamen duygu işi. Ismarlama eser olmaz. ‘Bizden Değildir’ klasik bir eser değil. Bana gelen ilk tepkileri söylüyorum: Dinleyenlerin tüyleri diken diken olmuş, ağlayanlar olmuş.

Bu şarkıyı yapmadan önce bütün din kitaplarını okudunuz mu?

- Bütün din adamlarına tek tek gittim. Herkes bize çok yardımcı oldu. Şükürler olsun ki çok iyi bir Müslüman’ım. Kuran-ı Kerim’i çocuk yaşta okudum. Annem 5 vakit namaz kılar. 7 kere hacca gönderdim. Ben Diyarbakır’da büyüdüm. Benim sağımda Ermeniler, solumda Hıristiyanlar otururdu. Karşı komşumuz Süryani’ydi. Ben medeniyetlerin beşiğinde, üç dinin temsilcileriyle büyüdüm. Çok şanslıyım. Ben Müslüman’ım.
Burda Kırmızıgül “ ben çok iyi müslümanım” demekte. Bunu Allah bilir amenna. Annesi hakkında örnekler veriyor.(Bir kişinin bu dönemde 7 kere hacca gitmesi mümkün değilde. Hacc derken umreyi yada Kabeyi kastediyor olması lazım)  Peki biz nasıl biliyoruz Mahsun Kırmızıgül’ü:
·         Maldivlerde bikinili kızlarla çektiği videolardan,
·         “Sevdim seni rabbim kadar” sözlerinin geçtiği parçada bir fani ile Allahı karşılaştırması ile,
·         Daha sonra çektiği Mucize adlı filmi de fetö propagandası yaptığı ve dini değerleri aşağıladığı için eleştirilmişti hatta tv de yayınlanınca RTÜK yayıncı kuruluşa para cezası dahi vermesi ile.
          Sonuç olarak New York’ta 5 minare filminin  9-10 yerinde gizli bir şekilde fetö ürünü olan diyalog ve içi boşaltılmış yumuşak İslam’ın fikirlerinin yansıtıldığını düşünmekteyim. Fetö'nün gizli silahlarından olan sinema sektöründe 3-4 film komisyonda araştırıldı fakat bu film komisyonda araştırılmadı. Düşmanımızın silahını bilirsek daha iyi önlem alırız. Mahsunun Fetö ile alakası varmı bilememem fakat bu film ciddi bir şekilde fetö kokuyor.

       İnsanların her türlü düşüncesini söylemesinde özgür olduğu düşüncesindeyim. Yeterki art niyet taşımasın. İslam hak din değildir desin. Amenna Ama bunu ülkeyi bölmek, kargaşa çıkarmak, bir kesimin gizli planlarını gerçekleştirmek için yapıyorsa buna karşıyım…

NOT: Mahsun Kırmızıgül’ün bu kadar kötü oynadığı başka bir film var mıdır acaba? Çok kötü bir performans…

Daha çok bilgi sahibi olmak isteyenlar için İlgili linkler :
5.        https://www.youtube.com/watch?v=T7NvfXa95wQ  filmden önemli sahneler
6.       https://www.youtube.com/watch?v=5OXbwSzbiKU  burada özellikle Kırmızıgülün tweetleri çok önemli. Sur’da savaşan tarafları kardeş savaşı olarak lanse etmekte. Kardeş savaşı daha çok iki tarafında aynı olduğu ve kimin suçlu kimin suçsuz olduğunun belli olmadığı savaşlarda kullanılır. Örneğin Ankara savaşı, Mercidabık, Ridaniye, Çaldıran gibi savaşlar için. Ama burada bir taraf pkk bir taraf da Türk ordusu. Ortada kardeş unsur olmadığı gibi Kırmızıgül sık-sık Türkiye Cumhuriyeti ve yöneticilerini eleştirirken pkk yı eleştirmemesi de dikkat çekici. Bunun dışında diğer söylenenler video sahibinin kendi düşünceleri…